Meme Kanseri
Meme Kanseri
Meme Kanseri tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadınlarda görülen kanserler arasında birinci sırada yer almaktadır. Ülkemizde yapılan istatistiklere göre her dört kadın kanserinden bir meme kanseridir. Tüm dünyadaki kadınlar göz önüne alındığında her sekiz kadından birinin ömrü boyunca meme kanserine yakalanma riski mevcuttur, bu risk 40 yaş sonrası her 10 yılda bir daha da artmaktadır.
Kadın cinsiyet başlı başına meme kanseri için en önemli risk faktörüdür. Diğer risk faktörleri ise ilk adet yaşının erken olması ki bu durum daha uzun süre östrojen hormonuna maruz kalma nedeniyle riski arttırmaktadır, aynı gerekçe ile geç menopoza giriş yaşı, ilk doğumun 30 yaş sonrası yapılması, doğum kontrol haplarının uzun süre kullanımı, menopoz sonrası uzun süreli hormon ilacı tedavisi, menopoz sonrası aşırı yağlı beslenme ve aşırı kilo alımı, sigara ve aşırı alkol tüketimi şeklinde sıralanabilir.
En sık görülen tip meme kanallarından kaynaklanan “duktal” dediğimiz tiptir, ikinci sıklıkta görülen alt tipi de süt bezlerinden kaynaklanan “lobüler” tiptir. Memenin diğer dokularından kaynaklanan alt tipleri de bulunmaktadır. Genetik yapıdaki bazı faktörler ve normal yaşlanmanın getirdiği kimi değişikliklerin kanser gelişiminde rol oynadığı ileri sürülmektedir. Gen mutasyonuna bağlı olarak görülen ailesel meme kanseri olguların sadece %7-9’luk bir kısmında geçerlidir. Anne tarafında genç yaşta meme kanseri görülmesi, ailede birden fazla kadında 40 yaş altı meme kanseri bulunması, eş zamanlı meme ve yumurtalık kanseri olan bireyler, her iki taraflı meme kanseri görülmesi ve ailede erkek meme kanseri görülmesi meme kanserinin genetik olabileceğini düşündürür ve ailedeki kadınlar için gen analizi yaptırmayı gerekli kılabilir.
Meme kanserinin en sık belirtisi memede ağrısız, zamanla büyüyen bir kitlenin hissedilmesidir. Az bir kısım hastada kitlenin yerleşim yeri, memenin büyüklüğü gibi faktörlerle ilişkili olarak ağrı görülebilir. Kanserin ilerlemiş dönemlerinde memede veya meme başında çekintiler, meme derisinde kalınlaşmalar, şişlikler, deride bozulma ya da açık yaralar, meme ucunun içe dönmesi görülebilir. Kanlı meme başı akıntısı da sanıldığının aksine genellikle kanserin ileri dönemlerinde görülür, bulgu vermeyen kanlı akıntılar çoğu zaman meme başına yakın kanallarda gelişen papillom dediğimiz aslında selim olan ancak uzun zaman içinde kanser geliştirebilecek yapılardan kaynaklanmaktadır. Bunun adının ortaya konması için de mutlaka hekime başvurulmalıdır.
Meme kanseri oluşumu aslında yavaş bir süreçtir, memedeki kanserli kitlenin 1 cm’e ulaşması yaklaşık 5-7 seneyi alır, yayılımı öncelikle lenf yolları ile ilgili memenin koltuk altına ve daha sonra da kan yolu ile karaciğer, kemik, beyin gibi uzak organlara olur.
Meme kanserinin erken tanısı hem tamamının alındığı ameliyatların sayısında hem de meme kanserine bağlı ölümlerde azalmayı sağlamıştır. Yapılan çalışmalarda 20-40 yaş arası 2 yılda bir, 40 yaş sonrası yılda bir meme muayenesi ile meme kanserine bağlı ölümlerde %30 azalma olduğu saptanmaktadır. Erken tanı için en önemli faktör kişilerin bu konuda bilinçlendirilmesidir. Erken tanı hastalığın tedavisinin başarısını ve bu hastalıktan hayatta kalma şansını arttırır. Günümüzde hastalığın erken evrede tanısı hastaya ve hastanın memesine yapılacak girişimlerin boyutunu ve şiddetini azaltmaktadır.
Meme kanserinde erken evrede tanı konması üç temel yöntem üzerinden gerçekleşir. Birincisi kadınların kendi kendine yapacağı elle meme muayenesi, ikincisi yılda bir yapılan hekim kontrolü ve üçüncüsü de belli gruptaki hastalarda yapılan yıllık mamografi taramalarıdır. Sağlık Bakanlığı Kanser Dairesi’nin Meme Kanseri Ulusal Tarama Programı önerileri 20-40 yaş arası her ay adetin başlangıcından sonraki 7-10. günlerde kendi kendine muayene ve 2 yılda bir hekim muayenesi, 40-69 yaş arası ayda bir kendi, kendine muayene, yılda bir klinik hekim muayenesi ve iki yılda bir mamografi çekilmesi şeklindedir. Son yıllarda ileri yaşta ve çok genç yaşlarda da meme kanseri vakalarının artması nedeniyle, hekim tarafından risk faktörleri ile ilişkili olarak hasta bazlı takip programları uygulanması uygundur.
Meme kanseri teşhisi konulduktan sonraki süreç mutlaka alanında uzman bir ekip tarafından yapılmalıdır. Teknolojik ve biyolojik gelişmeler ışığında meme cerrahı, tıbbi onkolog ve radyasyon onkoloğundan oluşan bu ekip hasta bazlı, tümörün evresi, alt tipi, ilaçlara vereceği cevap açısından değerlendirip cerrahi, kemoterapi (ilaç tedavisi) ve radyoterapi (ışın tedavisi) sürecindeki sıralamaya karar vererek tedavi planını yapmaktadır. Erken evredeki küçük tümörlerde genellikle önce cerrahi girişim yapılıp mümkünse meme koruyucu cerrahi (memenin kanserli kısmının çevrede sağlam sınırla çıkarılması ve koltuk altındaki yayılımı anlamak amaçlı SLNB dediğimiz nöbetçi lenf bezi biyopsisi işlemin) uyguladıktan sonra esas patoloji sonucuna göre gerekiyorsa önce kemoterapi, sonrasında da mutlaka radyoterapi uygulanmaktadır. İleri evre hastalıkta bazen önce kemoterapi ile hastalığı kontrol altına aldıktan sonra cerrahi tedavisini yapılmaktadır. Cerrahi tedavi olarak mümkünse meme koruyucu cerrahi, değilse memenin tamamının alındığı mastektomi ameliyatına gerekirse koltuk altı diseksiyonu denilen koltuk altındaki lenf bezlerinin temizlenmesi işlemi eklenmektedir. Bazı hastalarda hastalığın memede ve koltukaltında yaygınlığına göre bu işlem sonrası da radyoterapiye gerek duyulmaktadır. Meme dokusu harici uzak organlara yayılım olduğu durumlarda öncelikle meme ve yayıldığı organa göre tedavi şekline karar verip sonrasında alınan cevaba göre mümkünse cerrahi tedavi yapılmaktadır.
Genellikle teşhis konulduktan sonra tüm bu tedavi süreçleri aşağı yukarı 6 ay sürmekte bunun sonunda hasta ilk iki yıl 3 ayda bir, 2-5 yıl arasında 6 ayda bir, 5 yıl sonrasında yılda bir kontroller ile takip edilmektedir. Bazı hastalarda kanserin cinsinin patolojik alt özellikleri ve hormon duyarlılık özelliklerine göre 5 ile 10 yıl her gün ağızdan alınacak bir koruyucu hap ile tedavi sürdürülmektedir.